27 Temmuz 2009 Pazartesi

Sevgili Günlük II

Birkaç gündür yazamadım, sen yokken burada neler olup bittiğini anlamaya çalıştım. Kayıt olmayı hâla beceremedim. Kayıt olma mücadelem sürüyor.

Etrafa bakındım, binlerce baskı yapan yüz ifadelerinden başka bir şey göremedim. Dediğim gibi, kimse kimsenin yüzünü merak etmiyor. Ben bir iki kişiye bakmaya zorladım kendimi yüz kaslarıma kramp girecek gibi oldu, boynum tutuldu. Yüze bakmak yasak olabilir ama herhangi bir şeyi sorup öğrenmek de mümkün olmuyor. Görevli zebanilerden birine sormak için yanaştığımda onun aslında bir heykel olduğunu fark ettim. Uzaktan canlı olduğu şüpheye yer bırakmayan başka bir tanesine yöneldim, ben ona yaklaştıkça hareketleri azaldı ve tam yanına geldiğimde dondu. Zebanilere danışmak mümkün değil. Kayıt olmak için infazdakilerle kurduğum iletişimin verimi de epeyi düşük.

Amaçlı, hedefli hareketler yaparken oldukça yorulduğumu fark ettim..Bakma ve konuşma çabalarım sonrasında birkaç saat nefes nefese kaldım, hatta bir kere nefesim tamamen kesildi. Cehennemde olmam ölmeme engel ama ölmek isteğimi artırıyor. Bir kez daha insanın ulaşamayacağı şeyleri tutkuyla istediğini anladım.

Cehennemin bu bölümü sonu olmayan bir caddeden oluşuyor. Sonunu göremediğim için böyle diyorum, belki de bir sonu vardır, bilmiyorum. Caddenin iki yanında birbirinin neredeyse aynısı binalar var. Sekiz katlı binalar çoğunlukta ama kimsenin binalara girip çıktığını görmedim. Arada bir camlarda birisini görür gibi oluyorum ama bakar bakmaz kayboluyor. Araç olarak at veya eşek arabası gibi şeyler dolaşıyor ortalıkta ama onları da anlayamadım. Bir tek o hayvanların yüzüne bakabildim ama konuşma fırsatı bulamadım.

Dün, sanırım dün, art arda sıralanmış binaların önünden geçerken bir kapının açık olduğunu gördüm. Kapıda sağa devrik kocaman bir “a” harfi vardı. Kapı oldukça eski ve ahşaptı. Kapanmıyordu, denedim yine açık kaldı. Her tür hareket çok yorucu olmasına rağmen kapıyı kapatmaya çalışırken yorulmadım. Yorulmayınca insan gereksiz işler yapabilir. Kapıdan içeri girdim, hemen girişte oldukça dik ve dar bir merdiven vardı. Merdiveni çıkmaya, neredeyse tırmanmaya başladım. Merdiven aralığında ilerledikçe daralıp dikleşen aralıkta boğulacaktım. Boğulmuş olabilirim. Yorulmadığım için bu yaptığımın özendirildiği sonucuna vardım.

Tepeye, merdivenin sonuna vardığımda bir salona açıldığını gördüm ve salona girdim. Korkunçtu, salonun tavan bölgesinde ışıklandırma ve pencere olmadığından tavanı seçemiyordum. Tavan olduğunu varsaydığım bölüm öylesine yüksekti ki baktıkça bakıyordum ve hiçbir şey göremiyordum. Salon aydınlıktı ancak yukarısı zifiri karanlıktı. Uzunca bir süre tavanı aradım ve başım döndü, düştüm. Kalkıp bir koltuğa oturmak istedim. Girdiğimde salonda koltuklar vardı ancak oturmak istediğimde kaybolmuşlardı. Hemen yanımdaki duvarda bir pencere gördüm. Yaklaşıp dışarı baktım ve dışarıdan bana bakan birisini gördüm. Bana bakıyor olmasından heyecanlandım. Kadın mıydı? En yakındaki kapıya doğru yürümeye başladım, burada her şey yaklaştıkça uzaklaşıyordu, bir kez daha bunu anladım. Kapıya sonunda vardım ve açtığımda tekrar caddeye çıktım.

Kapıdan çıkar çıkmaz binayı dolaşma isteğimi de yitirdim. Olduğum yerde çakılıp kaldım. Yorgunluğun bir halini daha tanıdım. Halen yürüyebilirdim ama sanki kafam durmuştu, kendimi yönetemiyordum. Ne tarafa gideceğimi bilemiyordum. Tüm yollar ve insanlar birbirine benziyordu. Hareketsizdim ve o anda herkes benim gibi mi acaba diye düşündüm. Yüzlerdeki ifade istemsiz olabilir. Ben de aynı ifadeyi taşıyordum. Aynalara güvenemiyordum, cehennemde neden bir şeye güvenecektim ki?

Saatlerce birbirimizin yüzüne bakmaksızın güvensizlikle karşılıklı oturduk.

Hiç yorum yok: